20 Mayıs 2012 Pazar

KİBRİTÇİ KIZ

Bir yılbaşı gecesiydi. Dondurucu, kavurucu bir soğuk vardı. Yoldan geçenler paltolarının yakasını kaldırmışlar, atkılarına bürünmüşler, hızlı hızlı yürüyorlardı. Kimi evine geç kalmış, acele ediyor, kimi bir eğlence yerine gidiyordu.
Çocuklar koşuyorlar, birbirlerine kartopu atıyorlardı. Gecenin zevkini en çok onlar çıkarıyorlardı. Kahkahalarla gülüyorlar, sevinçle haykırıyorlardı.
Yalnız bir çocuk vardı ki gelip geçenler onun farkında değillerdi. Ufak bir kız çoçuğu. Başı açık, elbisesi yama içinde, yoksul bir kızcağız. Bir kapının önüne büzülmüş, çıplak ayaklarını altına almıştı. Soğuktan morarmış tir tir titriyordu. Üzerinde oturduğu taş basamakta buz gibiydi.

Yavrucağız da sanki donmuş, bir buz parçası kesilmişti.
Geniş bir mukavva kutunun içine sıralanmış kibrit kutularına bakarken gözleri yaşarıyordu.
Evet, bu bir kibritçi kızdı. O gün bir tek kutu kibrit bile satamamıştı. Satsa, bir kaç kuruş para kazansa, kalkıp evine gider, annesiyle birlikte hiç olmazsa bir kase sıcak çorba içerdi. Gidemiyordu, çünkü o gün hiç kibrit satamadığını annesine söylemekten çekiniyordu. Soğuktan, üzüntüsünden titreyen kısık,incecik sesiyle “Kibrit var, kibrit”diye bağırıyordu. Sokaktan geçenlerin hiçbiri başını çevirip bakmıyordu…
Ah hiç olmazsa ayaklarında terlikleri olsaydı! Biraz önce, sokak sokak dolaşırken, hızla geçen bir arabanın önünden kaçmış, kaçarken terlikleri ayağından fırlamıştı.
Karşı kaldırıma geçtikten sonra, dönüp bakmış hınzır bir çocuğun terlikleri kapıp kaçtığını görmüştü. Arkasından seslenmişti ama, çocuk alaylı alaylı seslenerek koşa koşa uzaklaşmıştı.

Kibritçi kız bunun üzerine bir kapının girintisine sığınmış, oracığa kıvrılıp oturmuştu.
Parmakları donmuş, sızlamaya başlamıştı. Kızcağız bu acıya dayanamadı, kutulardan birini açıp bir kibrit çıkardı. Parmakları uyuşmuştu, kibrit çöpünü elinde güçlükle tutuyordu. Eli titreye titreye çöpü duvara sürttü. Kibrit birden alev aldı; tatlı, yumuşacık, turuncu bir alev.

Zavallı kız, kibriti bir elinden öbür eline geçirerek, parmaklarını ısıttı. İçi de ısınmıştı. Sanki gürül gürül yanan bir ocağın karşısındaydı. Gözleri aleve dikilmiş, düşlere dalmıştı: Güzel bir odada, büyük bir ocağın karşısında oturuyordu. Arkasında kalın bir yünlü hırka, ayaklarında kürklü terlikler vardı.

Isınmış, terlemeye bile başlamıştı… Derken kibrit sönüverdi. Kibritin sönmesiyle, o tatlı düşlerde sona ermişti. Kızcağızın parmakları yeniden donmaya, sızlamaya başlamıştı.
Bir kibrit daha yaktı. Bu sırada soğuk bir rüzgar esti. Kız kibrit sönmesin diye, duvardan yana döndü. Öbür elini aleve siper etti. Aleve bakarken, karşısındaki duvar sanki eridi, birden açıldı, içerisi göründü. İçeride geniş bir oda vardı. Kar gibi bembeyaz örtü yayılmış bir masanın üzerine tabak tabak yiyecekler dizilmişti. Sofrada gümüş şamdanlar yanıyor, odayı gündüz gibi aydınlatıyordu. Kızcağız’ın gözleri sofranın ortasında, büyük bir tabağa konulmuş, nar gibi kıpkırmızı kaz kızartmasına dikilmişti. Ağzı sulandı. Elini oraya doğru uzattı. Kibrit yana yana sonuna gelmişti, parmağını yakıyordu. Kızcağız çöpü yere atıverdi. Atmasıyla birlikte, yılbaşı sofrası siliniverdi, gözlerinin önüne taş duvar yeniden dikildi.

Üçüncü kibrit daha fazla düşler yarattı:Bir yaz gecesi…Kibritçi Kız kırda bir ağacın altına oturmuş, yıldızlara bakıyor. Gece olduğu halde hava sıcak. Altındaki toprak, gündüz güneşten ısınmış, fırın gibi yanıyor… Küçük kız gözlerini yıldızlardan ayıramıyordu. Uzaktan uzağa gece kuşları ötüyor, kurbağalar bağrışıyordu.

Derken bir yıldız kaydı, gökyüzüne geniş bir yay çizerek uzaklaştı, söndü. Kızcağız: ‘işte, biri daha öldü’ diye mırıldandı. Bir gün, ninesi söylemişti: Her yıldız düştükçe yeryüzünden biri ölürmüş… Ninesini bir daha görebilmek için bir kibrit daha çaktı. Soğuktan kaskatı kesilmiş, beyni durmuştu. O şimdi sokak ortasında olduğunu unutmuş, düşler dünyasına dalmıştı. Kibritin alevinde yine ninesini görüyor, onun sesini işitir gibi oluyordu. İşte ninesi geliyordu. Lapa lapa yağan karların arasından bir melek gibi iniyordu… Geldi, geldi…Kollarını açtı, torununu kucakladı, aldı göklere doğru götürdü…
Ertesi sabah, yoldan geçenler, bir evin basamağında donmuş kalmış kızcağızın ölüsünü buldular. Yanı başında bir sürü boş kibrit kutusu vardı.

-Zavallı kız ısınmak için bütün kibritlerini yakmış dediler… Bu kibritlerin alevinde onun ne düşler gördüğünü bilemezlerdi ki.

RAPUNZEL

Grimm Kardeşler
Bir zamanlar bir kadınla kocasının çocukları yokmuş ve çocuk sahibi olmayı çok istiyorlarmış. Gel zaman git zaman kadın sonunda bir bebek beklediğini fark etmiş.
Bir gün pencereden komşu evin bahçesindeki güzel çiçekleri ve sebzeleri seyrederken, kadının gözleri sıra sıra ekilmiş özel bir tür marula takılmış. O anda sanki büyülenmiş ve o marullardan başka şey düşünemez olmuş.
“Ya bu marullardan yerim ya da ölürüm” demiş kendi kendine. Yemeden içmeden kesilmiş, zayıfladıkça zayıflamış.
Sonunda kocası kadının bu durumundan öylesine endişelenmiş, öylesine endişelenmiş ki, tüm cesaretini toplayıp yandaki evin bahçe duvarına tırmanmış, bahçeye girmiş ve bir avuç marul yaprağı toplamış. Ancak, o bahçeye girmek büyük cesaret istiyormuş, çünkü orası güçlü bir cadıya aitmiş.
Kadın kocasının getirdiği marulları afiyetle yemiş ama bir avuç yaprak ona yetmemiş. Kocası ertesi günün akşamı çaresiz tekrar bahçeye girmiş. Fakat bu sefer cadı pusuya yatmış, onu bekliyormuş.
“Bahçeme girip benim marullarımı çalmaya nasıl cesaret edersin sen!” diye ciyaklamış cadı. “Bunun hesabını vereceksin!”
Kadının kocası kendisini affetmesi için yalvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları nasıl canının çektiğini, onlar yüzünden nasıl yemeden içmeden kesildiğini bir bir anlatmış.
“O zaman,” demiş cadı sesini biraz daha alçaltarak, “alabilirsin, canı ne kadar çekiyorsa alabilirsin. Ama bir şartım var, bebeğiniz doğar doğmaz onu bana vereceksiniz.” Kadının kocası cadının korkusundan bu şartı hemen kabul etmiş.
Birkaç hafta sonra bebek doğmuş. Daha hemen o gün cadı gelip yeni doğan bebeği almış. Bebeğe Rapunzel adını vermiş. Çünkü annesinin ne yapıp edip yemek istediği bahçedeki marul türünün adı da Rapunzel’miş.
Cadı küçük kıza çok iyi bakmış. Rapunzel oniki yaşına gelince, dünyalar güzeli bir çocuk olmuş. Cadı bir ormanın göbeğinde, yüksek bir kuleye yerleştirmiş onu. Bu kulenin hiç merdiveni yokmuş, sadece en tepesinde küçük bir penceresi varmış.
Cadı onu ziyarete geldiğinde, aşağıdan “Rapunzel, Rapunzel! Uzat altın sarısı saçlarını !” diye seslenirmiş. Rapunzel uzun örgülü saçlarını pencereden uzatır, cadı da onun saçlarına tutuna tutuna yukarı tırmanırmış.
Bu yıllarca böyle sürüp gitmiş. Bir gün bir kralın oğlu avlanmak için ormana girmiş. Daha çok uzaktayken güzel sesli birinin söylediği şarkıyı duymuş. Ormanda atını oradan oraya sürmüş ve kuleye varmış sonunda. Fakat sağa bakmış, sola bakmış, ne merdiven görmüş ne de yukarıya çıkılacak başka bir şey.
Bu güzel sesin büyüsüne kapılan Prens, cadının kuleye nasıl çıktığını görüp öğrenene kadar her gün oraya uğrar olmuş. Ertesi gün hava kararırken, alçak bir sesle “Rapunzel, Rapunzel! Uzat altın sarısı saçlarını !” diye seslenirmiş. Sonrada kızın saçlarına tutunup bir çırpıda yukarı tırmanmış.
Rapunzel önce biraz korkmuş, çünkü o güne kadar cadıdan başkası gelmemiş ziyaretine. Fakat prens onu şarkı söylerken dinlediğini, sesine aşık olduğunu anlatınca korkusu yatışmış. Prens Rapunzel’e evlenme teklif etmiş, Rapunzel’de kabul etmiş, yüzü hafifçe kızararak.
Ama Rapunzel’in bu yüksek kuleden kaçmasına imkan yokmuş. Akıllı kızın parlak bir fikri varmış. Prens her gelişinde yanında bir ipek çilesi getirirse, Rapunzel’de bunları birbirine ekleyerek bir merdiven yapabilirmiş.
Her şey yolunda gitmiş ve cadı olanları hiç fark etmemiş. Fakat bir gün Rapunzel boş bulunup da. “Anne, Prens neden senden daha hızlı tırmanıyor saçlarıma?” diye sorunca her şey ortaya çıkmış.
“Seni rezil kız! Beni nasıl da aldattın! Ben seni dünyanın kötülüklerinden korumaya çalışıyordum!” diye bağırmaya başlamış cadı öfkeyle. Rapunzel’i tuttuğu gibi saçlarını kesmiş ve sonrada onu çok uzaklara bir çöle göndermiş.
O gece cadı kalede kalıp Prensi beklemiş. Prens, “Rapunzel, Rapunzel! Uzat altın sarısı saçlarını !” diye seslenince. cadı Rapunzel’den kestiği saç örgüsünü uzatmış aşağıya. Prens başına neler geleceğini bilmeden yukarıya tırmanmış.
Prens kederinden kendini pencereden atmış. Fakat yere düşünce ölmemiş, yalnız kulenin dibindeki dikenler gözlerine batmış. Yıllarca gözleri kör bir halde yitirdiği Rapunzel’e gözyaşları dökerek ormanda dolaşıp durmuş ve sadece bitki kökü ve yabani yemiş yiyerek yaşamış.
Derken bir gün Rapunzel’in yaşadığı çöle varmış. Uzaklardan şarkı söyleyen tatlı bir ses gelmiş kulaklarına.
“Rapunzel! Rapunzel!” diye seslenmiş. Rapunzel, prensini görünce sevinçten bir çığlık atmış ve Rapunzel’in iki damla mutluluk göz yaşı Prensin gözlerine akmış. Birden bir mucize olmuş, Prensin gözleri açılmış ve Prens görmeye başlamış.
Birlikte mutlu bir şekilde Prensin ülkesine gitmişler. Orada halk onları sevinçle karşılamış. Mutlulukları ömür boyu hiç bozulmamış.

BİLMECELER

Ayağımla basınca kırt kırt eder,
Güneşi görünce eriyip gider. (Kar)

Şekere benzer tadı yok,gökte uçar kanadı yok. (Kar)

Kıştan kaçmaz,yaprağı uçmaz. (Çam ağacı)

Ne kanı var ne canı,beş tanedir parmağı. (Eldiven)

Duruşu ömür,gözleri kömür
Soğuk dondurur sıcak öldürür. (Kardan adam)

Kışın yatar,yazın kalkar. (Soba)

Ne ağzı var ne dili konuşur insan gibi. (Mektup)

Biz onu görürüz o bizi görmez,O konuşur dinleriz.
biz konuşuruz dinlemez (Televizyon)

Konuş deyince konuşur,sus deyince susar. (Radyo)

Burda bağırsak,orda duysak. (Telefon)

Her gün yeniden doğar,dünyaya haber yayar. (Gazete)

Kulağını büktükçe ağzı sulanır. (Musluk)

Ağzı var odun yutar,bacası var duman tüter. (Soba)

Dört ayağı var canı yok, ayağını kessen kanı yok. (Masa)

Bakınca görünürsün,kaçınca silinirsin. (Ayna)


Çıt der,ateş çıkar. (Kibrit)

Aşağı iner tıkır tıkır,yukarı çıkar şıpır şıpır. (Kova)

Küçük küçük dişleri var ne de büyük işleri var. (Tarak)

Dışı var içi yok,dayak yer suçu yok. (Top)

Çarşıdan aldım kapkara,evde kırmızılaştı maskara. (Kömür)

Kışın yatar,yazın kalkar. (Soba)

Açarsam dünya olur yakarsam kül olur [ Harita ]

Adem peygamberin sahip olmadığı ama çocukların sahip olduğu şey nedir? [ Anne-baba ]

Ağzı vardır konuşmaz, yatağı vardır, fakat hiç uyumaz. [ Akarsu ]

Ak saray içinde sarı sultan [ Yumurta ]

Al yastık içine un bastık? [ İğde ]

Alçacık boyları. Kadife donlu. [ Patlıcan ]

Alçacık dalı,yemesi ballı [ Çilek ]

Allah yapar yapısını. Bıçak açar kapısını. [ Karpuz ]

Altı adam bir şemsiyenin altında ıslanmadan nasıl durabilir? [ Yağmur yağmazsa ]

Altı göl üstü gül. [ Gaz Lambası ]

Ankara neden soğuktur ? [ 06 olduğu için ]

Anne kırkayağın en çok yorulduğu gün hangisidir? [ Yavrularının ayaklarını yıkadığı gün ]

Arılar hangi kovana bal yapamazlar? [ Mermi kovanına ]

Ayakkabıcıların en çok sevdiği hayvan hangisidir ? [ Kırkayak ]

Ayakta yetişen bitki nedir? [ Mantar ]

Başımda saç yok, içimde tat çok. [ Kabak ]

Belgeli su baskınına ne denir? [ Belgesel ]

Ben giderim o kalır [ Ayak izi ]

Ben giderim, O gider,Güneşte Beni İzler [ Gölge ]

Ben iki hasretlinin arasında dururum. Onları konuştururum. [ Telefon ]

Ben varmadan o varır,Her şeyden çok o yol alır [ Işık ]

Bir arı ile eşek arasında ne fark vardır ? [ Arının eşeği vardır ancak eşeğin arısı yoktur. ]

Bir küçücük fıçıcık,içi dolu turşucuk [ Limon ]

Bir sihirli fenerim, kibritsiz de yanarım [ Ampul ]

Bozulduğu halde tamir edilmeyen şey nedir [ Hava ]

Buzdolabına giren sineğe ne olur? [ Yazık olur ]

Buzdolabından çıksa bile yakan şey nedir ? [ Acı biber ]

Büyük baca küçük bacaya ne demiş? [ Büyüklerin yanında sigara içmeye utanmıyor musun? ]

Çalmak fiilinin gelecek zamanı nedir ? [ Hapse girmek ]

Çat orda, çat burada, çat kapı arkasında [ Süpürge ]

Çeke çeke biter. [ Sigara ]

Çekildikçe kısalan şey nedir ? [ Sigara ]

Çok hızlı giden bir tırı kim durdurur? [ Trafik Polisi ]

Deniz niçin tuzlu olur? [ Balıklar kokmasın diye ]

Denizler gerçekte mavi boya olsaydı ne olurdu? [ Mavi boya sudan ucuz olurdu ]

Direksiyona oturan şoföre ne demişler ? [ Direksiyondan in,koltuğa otur ]

Dişim var ağzım yok. [ Tarak ]

Domates nasıl kızarır ? [ Utanınca ]

Dört ayaklı ayı üstünde kabadayı [ Sandalye ]

Duvara çarpan araba ne olur ? [ Durur ]

Dünyanın en küçük bebeği kimdir ? [ Gözbebeği ]

Düşünen file ne denir? [ Filozof ]

Eğri oturalım, doğru konuşalım. [ Deve ]

Elmayı yerken kurt bulmaktan daha kötü olan nedir? [ Yarım kurt bulmak ]

Elsiz ayaksız kapı açar [ Anahtar ]

Demir mıknatısa ne demiş? [ Pek çekicisin ]

En çok hap nerede satılır? [ Ağrı ]

En temiz böcek hangisidir ? [ Hamamböceği ]

Et dedim met dedim git şuraya yat dedim. [ Süpürge ]

Etlice, metlice ortası tatlıca? [ Karpuz ]

Eve bitişik odada ,Yemek pişer orada [ Mutfak ]

Gece gündüz yufka açar! [ Deniz ]

Geceleri fener, gündüzleri söner [ Yıldız ]

Geldi mi gelir, gitti mi gelmez? [ Gençlik ]

Gökte gördüm köprü. Rengi yedi türlü. [ Gökkuşağı ]

Hangi adam hamama girmez? [ Kardan adam ]

Hangi Atanın sözüne inanılmaz [ Salatanın ]

Hangi bacalardan duman tütmez ? [ Peri bacalarından ]

Hangi devlet dairesinde "işi olmayan giremez" diye yazı yoktur? [ İş ve işçi bulma kurumunda ]

Hangi kalemle yazı yazılmaz? [ Kontrol kalemiyle ]

Hangi karnede zayıf olmaz ? [ Sağlık karnesinde ]

Hangi köy kılavuz istemez? [ Görünen köy ]

Hangi macun yenir? [ Lahmacun ]

Hangi maymunlar ağaca çıkamaz? [ Yükseklik korkusu olan ]

Hangi memeden süt akmaz ? [ Kulak memesi ]

Hangi on tatlıdır? [ Balon ]

Hangi piller patlar? [ Torpiller ]

Hangi saatte çay içilmez ? [ Duvar saatinde ]

Hangi tasla su içilmez? [ Kafatasıyla ]

Hangi tene krem sürülmez? [ Antene ]

Hanım içerde,saçı dışarıda [ Mısır ]

Hem açar,hem de kapar [ Anahtar ]

Her gün yeniden doğar, dünyaya haber yayar [ Gazete ]

Hiç kimsenin gitmek istemediği köy hangisidir? [ Tahtalıköy ]

İçimde akrep var, zarar vermeden turlar. [ Saat ]

İçini boşaltınca büyüyen şey nedir? [ Çukur]

İncecik beli, elimin eli [ Çatal ]

İnsan ne kırınca sevinir ? [ Rekor ]

İnsan ne yerse orucu bozulmaz ? [ Dayak ]

İstanbul da süt pişti kokusu buraya düştü [ Mektup ]

İz eder dizi dizi,alır götürür bizi [ Ayak ]

Kahramanmaraş a niçin kahraman unvanı verilmiştir? [ Şanlıurfa'yı kıskandığı için ]

Kaplumbağanın en çok nefret ettiği şey nedir? [ Sırtının kaşınması ]

Kedi ile kaleci arasında ne fark vardır? [ Biri tuttuğunu diğeri tutamadığını yer ]

Kediler niçin dört ayakları üzerine düşerler ? [ Beş ayakları olmadığı için ]

Kekemeler ne zaman kekelemez ? [ Konuşmadıkları zaman ]

Kıştan korkmaz,yaprağını uçurmaz [ Çam ]

Kime hayırsever denir ? [ Hayır demeyi alışkanlık haline getirene ]

Kimin önünde herkes şapka çıkarır? [ Berberin ]

Kirpiler nasıl oyun oynarlar? [ Çok dikkatli ]

Kolu var bacağı yok, dikdörtgeni var karesi yok [ Kapı ]

Kolu var, eli yok, karnı yarık karnı yok [ Ceket ]

Kral tacına ne demiş? [ Başımın üstünde yerin var ]

Kurbağalar niçin mayo giymez? [ Zıplayınca düşüp ayıp olmasın diye ]

Kutuplara giden zenci ne olur? [ Donar ]

Kuyruğu var ,canlı değil.Konuşur, ama insan değil.Camı var,pencere değil [ Televizyon ]

Küçük kare kutu, içi insan dolu [ Televizyon ]

Mantarlar niçin şemsiye şeklindedir? [ Yağmurlu yerde yetiştikleri için ]

Matematik kitabı Türkçe kitabına ne demiş ? [ Çok problemim var. ]

Minareye çıkan fil ne demiş? [ Minareden aşağı at beni, in aşağı tut beni ]

Mini mini kuşlar her yeri taşlar [ Dolu ]

Musluk neden damlar ? [ Burnunu çekmediği için ]

Nerede cuma perşembeden önce gelir ? [ Sözlükte ]

Okur-yazar olmayan zenciye ne denir? [ Kara cahil ]

Pazardan aldım bir tane,Eve geldim bin tane [ Nar ]

Penguenler niçin koltuğa oturmazlar? [ Smokinleri buruşmasın diye ]

Saat niçin tehlikelidir? [ Akrebi olduğu için ]

Sarıdır sallanır, dalında ballanır. [ Portakal ]

Savaşta ölene şehit dendiğine göre, yaralanana ne denir ? [ Geçmiş olsun ]

Servis yapıldığı halde yenmeyen şey nedir? [ Teniz topu ]

Sesi var canı yok, Konuşur ağzı yok [ Radyo ]

Sıcağa koyma kurur,suya koyma köpürür [ Sabun ]

Su yutmuş toprağa ne denir? [ Çamur ]

Şehirden şehire koşarım, köyden köye giderim fakat hiç hareket etmem. [ Yol ]

Tarlada biter, makine büker, sabah akşam yüzümü öper [ Havlu ]

Tavuklar en çok hangi ülkeyi severler ? [ Mısır ]

Temel her şimşek çaktığında saçını, başını düzeltiyormuş. Niçin? [ Fotoğraf çekildiğini sanıyormuş ]

Termometrenin düşmesi neyi gösterir? [ Askısının sağlam olmadığını ]

Trenler ne zaman üşürler? [ Haydutlar soyduğu zaman ]

Ufacık sandık içine un bastık [ İğde ]

Uzaktan baktım bir karataş yanına gittim dört ayak bir baş. [ Kaplumbağa ]

Uzaktan baktım hiç yok yakından baktım pek çok [ Karınca ]

Uzun yoldan kuş gelir, ne söylerse hoş gelir [ Mektup ]

Uzun yoldan kuş gelir,Ne söylese hoş gelir [ Mektup ]

Yangın dolabını açarsan ne olur ? [ Yang gelir kapatır. ]

Yaş ağaçta kuru budak [ Boynuz ]

Yattım yumuşak,Uyudum yumuşak [ Yatak ]

Yazın giyinir, kışın soyunur. [ Ağaç ]

Yazın yaşını,kışın başını yeriz. [ Soğan ]

Yedi delikli tokmak bunu bilmeyen ahmak. [ Baş]

Yer altında civcivli tavuk [ Patates ]

Yer altında yağlı kayış. [ Yılan ]

Yeraltında kırmızı pancar. [ Turp ]

Yerin altında kırmızı minare [ Havuç ]

Yeşil mantolu, kırmızı entarili, siyah düğmeli. [ Karpuz ]

Yeter Çektiğim! diye yakınır [ Fotoğraf makinesi ]

Yılanın dişi olup olmadığını nasıl anlarsın ? [ yılanın dişi varsa dişidir yoksa dişi değildir. ]

Yol üstünde durur,gelene geçene buyurur [ Trafik Polisi ]

Yumurta kime dokunur ? [ Yumurtaya dokunana ]

Yuvarlağız, altındanız, bir kolda toplanırız [ Bilezik ]

Zilim var, kapım yok. [ Telefon ]

TEKERLEMELER

TEKİR
Bir iki tombul tekir
Camdan bakar
Başına takar
Hop hop, altın top

MISTIK
Mustafa, Mıstık,
Arabaya kıstık,
Üç mum yaktık,
Seyrine baktık.

LEYLEK
Leylek leylek havada,
Yumurtası tavada,
Gel bizim hayata,
Hayat kapısı kitli,
Leyleğin başı bitli.

KUZU
Kuzu kuzu me
Bin tepeme
Haydi gidelim
Ayşe teyzeme.

YAĞMUR
Yağ yağ yağmur,
Teknede hamur,
Bahçede çamur,
Ver Allah'ım ver,
Sicim gibi yağmur.

KARGA
Karga karga "gak" dedi,
"Çık şu dala bak" dedi,
Karga seni tutarım,
Kanadını yolarım.

PORTAKAL
Portakalı soydum,
Başucuma koydum.
Ben bir yalan uydurdum,
Duma duma dum.
Duma duma dum.
Öğretmeni kandırdım,
Kandırdım.
OYUN
Oooo.....
İğne battı,
Canımı yaktı,
Tombul kuş Arabaya koş.
Arabanın tekeri,
İstanbul'un şekeri.
Hop Hop altın top,
Bundan başka oyun yok.

HANIM KIZI
Çan çan çikolata,
Hani bize limonata?
Limonata bitti,
Hanım kızı gitti.
Nereye gitti?
İstanbul'a gitti.
İstanbul'da ne yapacak?
Terlik pabuç alacak.
Terliği pabucu ne yapacak?
Düğünlerde,
Şıngır mıngır oynayacak.

KEÇİLER
Ayşe Hanımın keçileri,
Hop hop hopluyor,
Arpa, saman istiyor,
Arpa, saman yok,
Kilimcide çok.
Kilimci kilim dokur,
İçinde bülbül okur.
İki kardeşim olsa,
Biri ay, biri yıldız,
Biri oğlan, biri kız,
Hop çikolata çikolata,
Akşam yedim salata,
Seni gidi kerata.

SINIFLAR
Mini mini birler,
Çalışkandır ikiler,
Mavi gözlü üçler,
Dayak yiyen dörtler,
Misafirdir beşler,
Altılar, altınımı çaldılar,
Yediler, yemeğimi yediler,
Sekizler, semizdirler,
Dokuzlar, doktor oldu,
Onlar bizi okuttu.

EBE
Ebe ebe gel bize
Uzaktan vur elimize
Eğer vuramazsan
Ebesin ebe
Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi,
Bunu sana kim dedi?
Diyen dedi on yedi
Yağlı böreği kim yedi?

TAVUK
Pazara gidelim,
Bir tavuk alalım,
Pazara gidip,
Bir tavuk alıp ne yapalım?
Gıt gıdak diyelim.
Happur huppur,
Happur, huppur yiyelim.

TOP
Bir iki üç
Söylemesi güç
Sana verdim bir elma
Adını koydum Fatma
Hop hop hop
Bir büyük altın top

DEDE
Altı kere altı otuz altı
Dedemin sakalı yolda kaldı
Sakalını aldı dereye attı
Dedem sakalsız kaldı EV
Evli evine
Köylü köyüne
Evi olmayan
Sıçan deliğine

İĞNE
Ooooo
İğne iplik
Derme diplik
Çelik çubuk
Sen çık.

NACAK
Nacak sapına
İki kes
Bir sana
Biri de bana

HEDİYE
Kızın adı Hediye
Ekmek vermez kediye
Kedi gider Kadıya
Kadının kapısı kitli
Hediyenin başı bitli

EL EL EPENEK
El el epenek
Elden düşen kepenek
Kepeneğin yarısı
Keloğlan'ın karısı

KARNIM AÇ
Karnım aç
Karnına kapak aç
Değirmene kaç
Değirmenin kapısı kitli
Heybaşı bitli

DEĞİRMEN
Değirmene girdi köpek
Değirmenci vurdu kötek
Geldi yedi köpek
Hem kötek
Hem yedi köpek

ALİ DAYI
Ali dayının keçileri
Kıyır kıyır kişniyor
Arpa saman istiyor
Arpa saman yok
Kilimcide çok
Kilimci kilim dokur

ÇARŞI
Çarşıya gittim
Eve geldim hanım yok
Bebek ağlar beşik yok
Çorba taşar kaşık yok
Ali baba öldü tabut yok

HAKKI
Hakkı hakkının hakkını yemiş.
Hakkı Hakkı'dan hakkını istemiş.
Hakkı Hakkıya hakkını vermeyince
Hakkı da Hakkı'nın hakkından gelmiş.

HASAN
Hasan Hasan
Helvaya basan
Kapıyı kıran
Kızı kaçıran

KÜÇÜK DOSTUM
Küçük dostum gelsene
Ellerini versene
Ellerimizle şap şap
Ayaklarımızla rap rap
Bir şöyle, bir böyle
Dans edelim seninle.

ELLERİM PARMAKLARIM
Sağ elimde beş parmak,
Sol elimde beş parmak
Say bak, say bak, say bak.
Hepsi eder on parmak.
Sen de istersen saymak
Say bak, say bak, say bak.
Hepsi eder on parmak.

ALİ
Ali baksa dum dum
Sakalına kondum
Beş para buldum
Cebime koydum

KUZU
Kuzu kuzu mee
Bin tepeme
Haydi gidelim
Hacı dedeme
Hacı dedem hasta
Mendili bohça
Kendisi hoca

KOMŞU, KOMŞU
-Komşu, komşu !
-Hu, hu!
-Oğlun geldi mi?
-Geldi
-Ne getirdi?
-İnci, boncuk.
-Kime, kime?
-Sana, bana.
-Başka kime?
-Kara kediye
-Kara kedi nerede?
-Ağaca çıktı
-Ağaç nerede?
-Balta kesti
-Balta nerede?
-Suya düştü.
-Su nerede?
-İnek içti.
-İnek nerede?
-Dağa kaçtı.
-Dağ nerede?
-Yandı, bitti kül oldu

TAVŞAN
Kapıdan tavşan geçti mi?
Geçti
Tuttun mu?
Tuttum
Kestin mi?
Kestim
Tuzladım mı?
Tuzladım
Pişirdin mi?
Pişirdim
Bana ayırdın mı?
Ayırdım
Hangi dolaba koydun?
Çık çık dolaba koydum
Haydi, al getir
Getiremem
Neden getiremezsin?
Kara kediler yemiş.
Vay vay, miyav

NEREDEN GELİRSİN?
Nerden gelirsin?
Zikzak kalesinden.
Ne gezersin?
Açlık belasından.
Nerde yattın?
Beyin konağında.
Altına ne serdiler?
Perde.
Desene kupkuru yerde.
Bıyıkların neden yağ oldu?
Bıldırcın eti yedim.
Bıldırcın yağlı mıydı?
Gökte uçarken gördüm.
Saçların neden ağardı?
Değirmenden geldim.
Değirmen dönüyor mu?
Zımbırtısını duydum.
Ayakların neden ıslandı?
Çaydan geçtim.
Çay derin miydi?
Köprüyü dolaştım,
İşte geldim sana ulaştım.

CAM
Bir cam
İki cam
Üç cam
Dört cam
Beş cam
Altı cam
Yedi cam
Sekiz cam
Dokuz cam
On cam
Bu da benim amcam.

Eveleme develeme
Evvel altı elma yedi
Seren sekiz serçe dokuz
Tarmanın topu kara
A devenin çatı kara

EBE
Ebe ebe nerede
Su doldurur derede
Dere boyu çalılık
Derede olur balık
Şu ebe de ne alık
Oltamı attım,
Balığı tuttum.
Balık suya dalamaz,
Ebe beni bulamaz.

ELLERİM
Ellerim tombik tombik,
Kirlenince çok komik
Kirli eller sevilmez
Güzelliği görülmez
Dişlerim bakım ister
Hele saçlar, hele scalar
Uzayınca tırnaklar
Kirlenince kulaklar
Bize pis derler, pis derler

DEVE
Eveleme develeme
Evvel altı elma yedi
Seren sekiz serçe dokuz
Tarmanın topu kara
A devenin çatı kara.

PATLICAN
Patlıcan var patlıcan,
Patlasın senin kocan.
Şisko şisko biberler,
Arabaya bindiler.
Elmalar yedi buçuk,
Onu yedi, bir çocuk.
Patlıcandan bıktım,
Ben oyundan çıktım!

PİTİ PİTİ
Ooooopiti piti
Kremanın sepeti
Terazi lastik jimnastik
Biz size geldik bitlendik
Hamama gittik temizlendik
Dik Dik Dİk
Son dersimiz matematik

ÜŞÜDÜM
Üşüdüm üşüdüm, daldan elma düşürdüm,
Elmamı yediler, bana cüce dediler
Cücelikten çıktım, ablama vardım,ablam hasta, çorbası tasta
alçık balçık sen bu oyundan çık.

KEDİ
İğnem düştü yakamdan, kedi geldi arkamdan,
Gelme kedi gelme, annem bakıyor balkondan.

TEK TEK TEKERLEME
Tek tek tekerleme,üstü kaymak şekerleme,
Dereye düşme çok soğuk, söyle bana çarçabuk.

SAKSAĞAN
Saksağan sek sek,kuyruğu tümsek
Kuyruğuna binelim bizim köye gidelim.

BÖREK
Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi,
Bunu sana kim dedi?
Diyen dedi on yedi,
Yağlı böreği kim yedi?

MISTIK
Mustafa, Mıstık,
Arabaya kıstık,
Üç mum yaktık,
Seyrine baktık.

ÖRDEK
Çık çıkalım
Çayıra
Yem verelim
Ördeğe
Ördek yemi yemeden
Ciyak miyak
Demeden
Aldım baktım
Kimi çıkardım

Al şu takatukaları, takatukacıya götür.
Takatukacı takatukaları takatukalamazsa,
takatukaları taka tukalatmadan geri getir.

Eller pekmezlenmiş de biz pekmezlenmemişiz.

Bir berber bir berbere
bre berber gel beraber
bir berber dükkanı açalım demiş.

10 Mayıs 2012 Perşembe

Topal Karınca

 

Vakti zamanda karıncalar arasında topal bir karınca varmış. Topallığına karşın gece gündüz demez çalışırmış. Havanın çok sıcak olduğu bir gün, çok ağır olan bir yiyeceği bulduğu yerden alıp yuvasına taşımaya başlamış. Yolu da uzunmuş. Uzun yolculuk ederken, şura senin bura benim derken, günün o kavurucu sıcaklığı da yerini tatlı tatlı esen serin bir rüzgâra bırakmış. Derken her tarafı çiçeklerle bezenmiş bir su kaynağının başına varmış. Çiçekler nazlı nazlı sallanıp birbirleriyle yarenlik ediyorlarmış. Topal karınca biraz nefes alıp dinlenmek için, sırtındaki yükü bir karanfil çiçeğinin yanına bırakmış. Biraz dinlenmek için buradan daha iyi yer olmayacağını düşünmüş. Gümüş parıltısında akan suyun içinde baş aşağı akseden güzelliği izlemiş bir zaman. Sonrada yükünün üstüne oturarak dinlenmeye başlamış.

Karanfil çiçeği şöyle boynunu büküp topal karıncaya bakmış, taşıdığı yüke bakmış, hayretler içinde:

-Amma da tuhaf! Diye söylenmiş kendi kendine. O küçücük boyunla bu kadar yükü taşıyorsun demek. Üstelik ayağının biri de topal. Taşıyabildiğin kadarını yüklensen olmaz mı? Demiş.

Topal karınca başını kaldırıp karanfil çiçeğine bakmış. Sonra da kendi kendine:

-Hey gidi dünya, herkesi başka türlü yaratmış. Bak sen benim ile karanfil çiçeğinin arasındaki farka!.. Bu güzelim yerde, şırıl şırıl akan güzelim suyun başında böyle keyif çatmak için ne yapmış acaba? Ya ben bu kadar çetin doğa koşulları ile uğraşıp bir dilim yiyecek için bu kadar çile çekmek için ne günah işledim peki?..

O arada gelincik çiçeği söze karışmış.

-Günah filan işlemedin akıllım, herkesin bir yaşamı var. Senin yaşamında öyle. Bizim ki de böyle. Bizim yaşamımızın iyi olduğunu sanıyorsun, hiçte öyle değil. Her gün korku içinde yaşıyoruz. Gün yok ki yüreğimizi korku sarmasın. Her an ölümle burun burunayız. Ya bir ot oburun dişleri arasında, ya da birinin ayakları altında ezilip gideriz her an. Hiç olmazsa sen kendini koruyabiliyorsun. Senin durumunda olmak için neler vermezdim, demiş.

Topal karınca, gelincik çiçeğine uzun uzun bakmış ilkin. Sonra da kalkıp derede akan soğuk suyu yüzüne çarpıp kana kana içmiş.

-Ohhhh bee! Bu su her şeye değer doğrusu, diyerek geçip gelincik çiçeğinin dallarının dibine oturup yiyecek çıkınını açmış. Çıkınında çıkardığı bir bezi olduğu yere sermiş.

Yiyeceklerini bir bir bezin üstüne bıraktıktan sonra, karanfil ve gelincik çiçeğine:

-Buyurun birlikte yemek yiyelim, demiş.
Gelincik çiçeği: Afiyet olsun biz o işi biraz önce yaptık demiş.
Karanfil çiçeği: Gideceğin yolun daha çok mu demiş.
Topal karınca: Evet uzak, daha iki günlük yolum var, deyince.
Gelincik çiçeği: O zaman bu gece bizim konuğumuz ol, bir iyice yorgunluk atarsın, birlikte dertleşir söyleşiriz.
Karanfil çiçeği: Evet gelincik doğru söylüyor, bu gece konuğumuz ol. Uzun zamandır kimseler bize konuk olmadı.
Topal karınca: Haklısınız gün boyu durmadan yürüdüm. Yorgunluktan keyfim kaçtı zaten. Elimden olmayarak size karşı kaba bir söz söylediysem bağışlayın. Ben kötü biri değilim aslında.
Gelincik çiçeği: Biz halden anlarız arkadaş üzülme sen.
Karanfil çiçeği: Yok canım hiçte söylediğin gibi değil, kimse kimseye kaba laf söylemedi, keyfine bak sen.
Topal karınca yemeğini yedikten sonra, yere düşen kırıntıları toplamış, yeşillikler arasında hiçbir çöp bırakmadan her tarafı temizlemiş. Yere serdiği bezi güzelce toplayıp kaldırmış. Geçip derede ellerini bir iyice yıkamış, dişlerini fırçalamış.
Karanfil çiçeği ve gelincik çiçeği, topal karıncanın bu temizliğine hayranlıkla bakmışlar ilkin sonra da kendi aralarında.
Gelincik çiçeği: Bak görüyor musun yerde tek çöp bırakmadı. Doğayı ve çevreyi temiz tutmaya özen gösteriyor.
Karanfil çiçeği: Evet haklısın ama bunu yapmak zorunda. Çevresini temiz tutmayanların hastalıklardan kurtulması olası değil. Sağlıklı yaşamanın birinci kuralı temizlik ve çevreyi korumaktır. Yeşilliği korumaktır.
Gelincik çiçeği: Ama birileri her tarafı kirletiyor, hatta daha da ileri giderek yerlere tükürüyorlar, çöplerini rasgele yerlere atıyorlar.
Karanfil çiçeği: Haklısın öyle davrananlar o kadar çok ki.
Gelincik çiçeği: Peki bunlara okulda öğretmiyorlar mı? Örneğin yerleri kirletmeyin, çevrenizi temiz tutun, pikniklerde yerleri kirletmeyin, çöplerinizi toplayın, sigara yanıklarını kurumuş otların arasına atmayın demiyorlar mı?”
Karanfil çiçeği: Diyorlar demesine diyorlar da, ama anlayan kim, insanın kendisinden olmalı. Geçenlerde bana biri söyledi, yeni okula gidenler okuyan gençler çok akıllıymış biliyor musun? Çevre temizliğine çok önem veriyorlarmış. Birisi yerlere bir şey attı mı hemen onu ikaz ederek çöp bidonlarını gösteriyorlarmış ya!..
Gelincik çiçeği: Çok güzel ya!.. Desene artık kirlilikten kurtulacağız.
Karanfil çiçeği: Evet, birkaç yıla kadar her taraf pırıl pırıl olacak göreceksin.”
Gelincik çiçeği: Umarım.

Uyku Cücesi

Bir varmış bir yokmuş, Evvel zaman içinde kalbur saman içinde Uykular ülkesinde, uykuların en derin yerinde bir uyku cücesi varmış. Uykular ülkesindeki evinde sabah akşam uyuklarmış. Dünya üzerindeki çocuklardan biri uyumak istemediğinde uyku cücesinin kulakları çın çın çınlar, gözleri fal taşı gibi açılır, yerinden fırlayıp o çocuğun bulunduğu eve gidermiş. Çocuğun odasına girdiğinde, elindeki değneği çocuğun gözlerine doğru uzatır, kirpiklerine bir iki kere vururmuş. Böylece uyumayan çocuk,horul horul uyurmuş.

Günlerden bir gün Barış adlı bir çocuk televizyonun karşısında biraz fazla kalmış, böyle olunca da uyku saatini kaçırmış. Bu sırada uykular ülkesindeki uyumakta olan uyku cücesinin kulakları çınlamaya, gözleri faltaşı gibi açılmaya başlamış. Hoplamış, zıplamış bir adımda Barış’ın odasına gelmiş. Elindeki uyku değneğini çocuğun gözlerine doğru uzatıp, kirpiklerine bir iki kere vurmuş. Barış gözlerini daha çok açıp uyku cücesine bakmış. Uyku cücesi elindeki değneği tekrar ona doğru uzatmış, Barış değneği eliyle şöyle bir tutmuş ve gülmeye başlamış. Uyku cücesinin başına daha önce hiç böyle bir şey gelmemiş, o yüzden şaşırmış, afallamış değneğini Barış’ın elinden almak için çekmiş. Barış kıkır kıkır gülmeye başlamış. O kadar çok gülüyormuş ki, uyku cücesi telaşlanmış. Çünkü biraz sonra Barış’ın annesi odanın kapısını açmış. Uyku cücesi kendini yatağın altına atıp, saklanmış. Günün birinde çocukların dışında biri uyku cücesini görürse, bir daha uykular ülkesinden çıkamazmış.

Annesi Barış’ı yanaklarından öpmüş ve uyuması için ona bir masal anlatmış bu arada bizim uyku cücesi, annenin anlattığı masaldan çok etkilenip, yatağın altında uyuyakalmış. Bir saat kadar sonra Barış yatağından aşağı inmiş, uyku cücesinin kulağının dibine yaklaşıp “Aaaaaaaaa” diye bağırmış. Uyku cücesi aniden uyanınca kafasını yatağa çarpmış sonra da Barış’ın ağzını kapatmış. Barış ağzı kapalı olduğu halde gülmeye devam etmiş, o kadar çok gülüyormuş ki, Uyku cücesi Barış’ın annesi odaya tekrar gelir diye telaşa kapılmış. Hayatında ilk defa bir çocuğu uyutmayı başaramıyormuş. Barış’ın karşısına çıkıp, eliyle sus işareti yapmış, Barış susmuş, ondan sonra takla atmaya başlamış, Barış merakla onu izliyormuş, uyku cücesi birden bire Barış’ın yanına hoplayıp, gözkapaklarını elleriyle çekiştirmeye başlamış, Barış gözlerini açmaya çalışıyor, uyku cücesi kapatmaya çalışıyormuş.

Birkaç dakika sonra uyku cücesi Barış’ın gözkapaklarını bırakmış. “Sen neden uyumuyorsun çocuk”? diye sormuş ona. Çocuk biraz da ağlamaklı gözlerle ona bakmış :”Sen kimsin “? Demiş. Uyku cücesi,: “Ben yku cücesiyim, uyuyamayan çocuklara masal anlatır, değneğimle göz kapaklarında dolaşır, onları uyuturum “ demiş.
Barış tekrar kıkır kıkır gülmeye başlamış.” İyi ama ben bütün gün uyudum zaten, o yüzden uyuyamıyorum “ demiş. Sahiden de Barış o gün okuldan geldikten sonra biraz yatmış ama 6 saattir uyuyormuş zaten, uyku saati biraz karıştığı içinde şimdi uyuyamıyormuş işte….

Uyku cücesi ona uyku saatlerine dikkat etmenin ne kadar önemli olduğunu anlatmış bütün gece. Çocukların günde en az 12 saat uyumaları gerektiğini, uyku düzenlerini bozduklarında işlerin karışacağını anlatmış. Barış ile birlikte gün ışıyana kadar konuşmuşlar. En sonunda Barış sabaha karşı uyuyakalmış. O gece Barıştan başka hiçbir çocuk uykusuz kalmamış, uyku cücesini bu yüzden çağıran olmamış.

Uyku cücesi ise hayatında ilk defa karşılaştığı bu olay sayesinde o gece yeni bir şey öğrenmiş. Şimdi nerede miymiş ? Tabiî ki uykular ülkesinde, aranızdan biri uykusuz kalırsa bir gece yanınıza gelecek, küçücük değneğini gözlerinizde gezdirecek, size masallar anlatacakmış…
Şiiiişşttt uyku cücesi şu anda uyuyor, sessiz olun çocuklar…